Sepetim (0) Toplam: 0,00TL

Bal Tutanlar

Dilimizdeki atasözlerimizden biri de "bal tutan, parmağını yalar"dır. Genellikle imkânları geniş bir işin başında bulunan kimsenin, bunlardan az da olsa yararlanacağı anlamında kullanılır. Neoliberal rüzgârlarla birlikte bu atasözü, bir dönemin en resmi ağzından "Çankaya’nın Şişmanı"nın ifadesiyle "benim memurum işini bilir"e dönüştürülerek yozlaşma zirveye tırmandırılmıştır.

Günümüzde bu bağlamda gelinen nokta ise…

Bal Tutanlar, sınıfsal mücadele içinde yetişmiş kıymetli yazarlarımızdan Erol Toy’un romanlarından birinin adı. Bana göre tarihsel - belgesel özelliği daha çok öne çıkan bir yapıt. Keşke bir belgesele ya da tiyatro oyununa esin kaynağı olsa. 

Yazar eserini dört bölüm halinde kurgulamış. Birinci bölümün başlığı, Bir Düzenin Belirlenmesi. İkinci bölüm; Devletin Malı Deniz iken üçüncü bölüm başlığı Kurtuluşçuların Düşleri, Tüccarların Gerçekleri. Son bölümün başlığı ise Belirlenen Düzenin Uygulanmasından Örnekler. 

İttihat Terakki döneminden, 12 Eylül 1980 faşist darbe öncesi zaman dilimine uzanan yapıtta zaman zaman iktisat tarihinin referans eserlerinden de ciddi atıflar yapılıyor: Niyazi Berkes, A. Gündüz Ökçün gibi. Devlet aygıtı – bürokrasi – sermaye sınıfı arasındaki karmaşık ilişkilerin serencamını anlaşılır örneklerle ortaya koyuyor. 

Bal Tutanlar, bence Erol Toy’un O’na Katılmak: Dünden Yarına Türkiye Cumhuriyeti kitabı ile birlikte ele alındığında erken Cumhuriyet dönemine ait iktisadi tarihin ciddi yan dal kaynakları arasına girmiştir.  Bunların yanına, büyük usta Nâzım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları ve Kuvayı Milliye Destanı şiirlerini de aldığınızda Türkiye İktisadiyatının renkli ve fakat hüzünlü fotoğraflarından kareler, çalışma masanızda ve zihninizde demektir. 

İmparator gibi kitaplarıyla sermaye sahiplerinin kökenini romanlara aktaran Toy, bu kitabında da benzer bir gerçekliğin perdesini aralıyor. Cumhuriyetin bal tutan sermaye kuşağının tarihsel gelişim öyküsünü anlatıyor.

Çöken İmparatorluğun oldukça cılız iktisadi – sinaî mirasının nasıl el değiştirildiğini, İstanbul Ticaret Birliği’nin yani sermayenin, Cumhuriyet öncesindeki taleplerini, 17 Şubat – 4 Mart 1923 tarihlerinde kurtuluş ve kuruluşun kadim kenti İzmir’de toplanan Türkiye İktisat Kongresi’ni, Kongreye eşlik eden örnekliği, İstanbul Umum Amele Birliği’ni, büyük İzmir Yangınının enkazından nelerin çıktığını ve efsane belediye başkanı Dr. Behçet Uz’u,  Cumhuriyetin ilk yıllarında özellikle Çukurova’nın, Ege’nin bereketli tarımsal topraklarının reforma tabi tutulacağına nasıl da temerküz edildiğini, İş Bankası’nın kuruluşunu, İsmet Paşa’nın mutedil devletçiliğini, tüccar ve sanayicilerin nasıl sermaye sahibi olduğunu, özellikle iki büyük ailenin nasıl devasa tekeller haline geldiğini, tüten sobalardan tütmeyen sobalara imalatın güzelliğini, şekerdeki ilginç karaborsa taktiklerini bir roman kurgusu içinde anlatılıyor. 

Şeker demişken, Nâzım Hikmet’in Kuvayı Milliye Destanı başlıklı şiirinin ikinci bapının giriş satırlarını sizlere yeniden hatırlatmak isterim.

İKİNCİ BAP
YIL YİNE 1919
ve
İSTANBUL'UN HÂLİ
ve
ERZURUM ve SIVAS KONGRELERİ
ve
KAMBUR KERİM'İN HİKÂYESİ

 
 Biz ki İstanbul şehriyiz,
Seferberliği görmüşüz :
Kafkas, Galiçya, Çanakkale, Filistin,
vagon ticareti, tifüs ve İspanyol nezlesi
                       bir de İttihatçılar,
        bir de uzun konçlu Alman çizmesi
                       914'ten 18'e kadar
                                    yedi bitirdi bizi.
Mücevher gibi uzak ve erişilmezdi şeker
erimiş altın pahasında gazyağı
ve namuslu, çalışkan, fakir İstanbullular
sidiklerini yaktılar 5 numara lâmbalarında.
Yedikleri mısır koçanıydı ve arpa
                              ve süpürge tohumu
ve çöp gibi kaldı çocukların boynu.
Ve lâkin Tarabya'da, Pötişan’da ve Ada’da Kulüp'te
aktı Ren şarapları su gibi
ve şekerin sahibi
kapladı Miloviç’in yorganına 1000 liralıkları.
Miloviç de beyaz at gibi bir karı.
Bir de sakalı Halife'nin,
bir de Vilhelm'in bıyıkları

(…)

Hâlâ kadastrosu tamamlanmamış bu topraklarda tarihsel, sosyolojik, iktisadi, etnografik, askeri dönüşümlerin izdüşümlerini;  ülkenin sanayileşmesine, köylünün çağdaşlaşmasına engel olan mütegallibenin 1950’den sonra bir despotik parlamenter sistem kurarak Cumhuriyetin tüm kazanımlarını birer birer nasıl yıktığını 180 sayfalık sürükleyici bu yapıtta okuyup, öğreniyorsunuz. 

Özet olarak, Bal Tutanlar köhnemiş bir imparatorluk tarih sahnesinden çekilip, bir halk yeni cumhuriyetini filizlendirmeye çalışırken, küpünü doldurmak derdine düşenlerin hikâyesini anlatıyor.

Usta yazar Erol Toy, âdeta bir belgesel havasında, sermayenin ve politikacıların, düzenin gediklerinden sızan oyunlarını ve türlü numaralarını okurlara sunarken, başka bir Türkiye tablosu koyuyor ortaya.

Bence Bal Tutanlar, öncelikle Türkiye Ekonomisi, Türk İktisat Tarihi, Çalışma Ekonomisi, Sosyal Politika Tarihi ve benzeri lisans dersi alan öğrencilerin esas kaynakları dışındaki okuma listelerinde mutlaka olmalıdır. 

Ayrıca böyle bir değerli kitabı okuyucu ile buluşturan Telgrafhane Yayınları’nı da kutlamalı…

 

Kaynak: haber.sol.org.tr



Kapat