MEHTAP ÖZSOY, IĞRIP'I YAZDI
Erol Toy, “insan psikolojisinin derinliği, anlık algılamaların çağrışımları ve bu çağrışımların insanın davranışlarındaki etkilerini Türkçenin olanakları içinde yazabilmek” diyerek Iğrıp’ın derdini ve diğer romanlarından farkını ortaya koyar.[1] Geleneksel anlatı yapısının dışına çıkan Erol Toy, Iğrıp’ta çok boyutlu insan dünyasının kıvrımlarını kendine özgü, imge yoğunluklu çağrışımsal bir üslupla işler. Bir doğa olayıyla, bir kavgayla ya da husumetle başlayan olaylar roman tiplerinin içsel dünyasında devam eder, çatallanır ya da derinleşir. Bildik bir sonuca ya da çözülmeye ulaşmayan bu olaylar, derinlikli içsel durumlara dönüşürken düşle gerçeklik arasında bir yolculuğa çıkarır Iğrıp okuru. Romanda büyülü bir dille örülen sıradan insanların içsel dünyaları göç, toplumsal dönüşümlerdeki kırılma noktaları, sermayenin Ege kıyılarına nasıl yerleştiği gibi birçok tarihsel olguyla birlikte akar roman boyunca. Geleneksel bir anlatı yapısının tersine romanda zaman ve mekân kimi zaman belirsizleşir, anlık ve çağrışımsal olarak bir yerden bir yere ya da bir andan diğerine sıçrar; değişir, bir anlamda zaman ve mekânın işlenişi insan psikolojisinin kolaylıkla takip edilemeyen akışı gibi devinimseldir.
Iskarmozuyla, pruvasıyla, küpeştesiyle, kasarasıyla insanın denizle kurduğu ilişkinin aracı olan gemilerin dünyasına dair birçok kavramla başlar Iğrıp’ın alegorik serüveni. Tüm bu kavramlar romanın şiirsel dilinin ve imgesel dünyasının içinde roman insanlarının içsel hikâyeleriyle giderek derinleşir. Büyük gemilerin dünyası değildir Iğrıp’a konu olan. Küçük balıkçı sandallarına sahip bir ada halkının hikâyesidir Iğrıp. Romanda ilkin, minik bir sandalın poyrazla giriştiği mücadelenin içinde Ege’de bir adada yaşayan sıradan insanların içsel dünyalarına gireriz, sonrasında tıpkı sandalın denizin dalgaları arasında savrulması gibi roman boyunca bu insanların iç dünyaları arasında salınıp dururuz. Eğer okur başta sıkı tutunursa bu sandala; akıcı, keyifli, sıra dışı ancak alışık olduğumuzun aksine bitimsiz bir ada yolculuğuna çıkabilir Iğrıp’la.
Erol Toy bu romanda, yer yer kalın puntolarla yer yer normal puntolarla oluşturduğu sözcüklerle bir oyuna girişir. Romanın deyim yerindeyse koyu ve açık tonlarla kaligrafik bir sanata dönüşen sayfalarının arasında gidip gelirken kendimizi her an, o küçük sandalın sarhoş edici devinimlerinin içinde hissederiz. Bu kaligrafik anlatım romanın çağrışımsal dilinin bir parçası gibidir. Kelimeler, yeni anlamlar giyinip süslenir roman boyunca. Bereketli, doğurgan bir dile dönüşür Türkçe Iğrıp’ta. Yazarın kelimelerle oyunu belki de romanın adında gizlidir önce. Zira Iğrıp hem düzen, yalan hem de büyük balık ağı, balıkçı kayığı anlamına gelir. Bunlardan hangisidir romandaki “Iğrıp”? Birbiri içine girmiş düşsellikle harmanlanmış sıradan insan hikâyelerinin birleştiği bir çatıdır esasında “Iğrıp” romanda. Parça parça bölüşülen Ege’nin suları, adadaki sıradan insanların dönüşen dünyaları arasında gelip gider. Hem düzenle, yalanla karıştırılıp ayrıştırılır sular, hem de bir görünüp bir kaybolan büyük balık akınlarıyla önce umutlandırır sonra alt üst eder insanın dünyasını. Bir taraftan düşmanlıkla inşa edilmiş düzendir Iğrıp, diğer taraftan kıyısına yanaşan her bir adalı için denizin bilinmezliği içinde umutla yoğrulmuş ekmek kavgası.
Ege’nin çok kimlikli dünyasının içinden seçilen Ligor Babayla, Laz İhsan’la Ruhsar’la Ümmühan Kadın’la Mama Fotini’yle düşmanlık yerine “kardeşliğin” kazanacağı bir dünyanın “ütopik” ama “mümkün” sesini taşır Iğrıp. Ebediymiş gibi algılanan ve ada halkının hızla alışkanlığa dönüştürdüğü “düşmanlık” yerine, bir zamanlar “paylaşmanın” “dostluğun” “sevecenliğin” alışkanlığını anımsatır Iğrıp okura:
Her adımda bomba sesleri, tüfek patlamaları, kıyıyı gökle alaz alaz birleştiren yangının hışırtısıyla, akşamı anımsıyorlar. Her adımda yüzyıllardır yaşanmış kardeşliğin iplik iplik çözüldüğünü, parça parça dağıldığını duyuyorlar. Dostluğun sevecenliğin, dört bir yanı suyla çevrili bir toprak parçasını paylaşma alışkanlığının yerini, öfkeli bakışlara, hınçlı davranışlara ve giderek düşmanlığa bırakmasının basıncıyla sarsılıyorlar. Doğa parçalanıyor. Gök yere iniyor sanki. Su ayrım ayrım bölünüyor. (s.19)
Adadan ayrılmak zorunda kalan Rumların ardından “bizden olanlar” arasında doymak bilmez kazanma hırsıyla, hırsızlıkla, düzenbazlıkla ve açgözlülükle devam eden yeni bir düzenin de hikâyesidir Iğrıp. Romandaki karakterlerden biri olan Osman’ın ağzından geçmişin umutlarının üzerine çöreklenmek isteyen bu yeni düzen bir isyan gibi şöyle ifade edilir:
"Her biriniz et derdinde. (…) Hükümet Rumları kovaladı, insansız kalıverdik. Adamız şenlenecek… Örene dönen mahalleler dirilip, dikilecek. Dallarda çürüyüp dökülen zeytinler insan kursağına girecek… Dünyanın en güzel şaraplarını üreten bağlar yeniden gülümseyecek… Kalabalıklaşacağız… (…) sonra bağlara el attınız. Boş evleri üstünüze çıkarttınız. Mermer ocaklarının başına kuruldunuz. (…) Kişinin demediniz, devletin demediniz. Her yeri üstünüze geçirtmeye debelendiniz. (…) Oysa o masal yaşamdan bize, bir ören kalmıştı." (s.59-60).
Iğrıp’ın denizle ilgili anlamı her şeye rağmen “umut” dünyasının iyimserliğini imler. Deniz üzerine herhangi bir düzen inşa edilemeyen ütüpik bir dünyadır. Romanın denizle ve insanın denize açılmasını sağlayan sandalların kavramsal dünyasıyla kurduğu alegorik ilişki de bu ütopyada gizlidir. İnsanlar, toplumsal düzen değişip dönüşse de deniz değişmez.
“Deniz doğrudur oysa. Biraz zorlar. Baktı dayanıklı çıktın, seviverir seni. Aferin, der. Sen üste çıktın. Var yoluna git.” (s.126)
[1]Aydınlık, 8 Temmuz 1980, “Iğrıp’ın Yazarı Erol Toy”